Özel Uğur Eğitim Kurumları Kurucusu Kemal Koçak Özel Röportajı

Özel Uğur Eğitim Kurumları Kurucusu Kemal Koçak Özel Röportajı
Tarih :
Yer : Uğur Koleji ​ Özel Uğur Eğitim Kurumları Kurucusu Kemal Koçak Özel Röportajı Uğur Koleji,
Açıklama :

Eğitim hayatınıza başlangıcınız ve devamı nasıl oldu?

Bildiğiniz gibi eskiden öğretmen okullarına Türkiye'nin her tarafında yatılı okullarda okuma ihtiyacı duyan ama okuyamayan veya gidemeyen, oldukça zeki çocukları devlet klasik tipte bir yazılı, daha sonra da sözlü bir sınavla kabul ediyordu. Ben de bunlardan birisiydim. Hasbelkader dereceyle girmiş bir öğrenciydim. Öğretmen okuluna gittiğim ilk yıldan itibaren orta okul 1, orta 2, orta 3 ve lise 1, lise 2 yıllarında Fizik-Kimya laboratuvarının üyesiydim. Aynı zamanda lise 1 ve lise 2'de Fizik-Kimya laboratuvarının da başkanıydım. Yani fen bilgisine karşı aşırı derecede bir ilgim vardı. Devlet bununla da kalmadı. İstanbul-Çapa, İzmir-Bornova, Ankara-Bahçelievler'de Yüksek Öğretmen Okulları açtı. Eğitim akademisi yani yüksek öğretmen okulları ve bu okulların bünyesinde de hazırlık fen liseleri vardı. Ben Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Fen Lisesini bitirdim ve çok yüksek puan almama rağmen bir tıp ya da mühendislik gibi başka bir branşı istemedim. Fiziğe karşı aşırı derecede sevgim, bağlılığım vardı ve ben bilim adamı olma adına fiziği seçtim. Gündüz fizik lisansını üniversitede, gece de yüksek öğretmen okulundaki akademide burayı bitirdim. Bitirdikten sonra üniversitede çok kısa bir dönem asistan olarak kaldım ancak Türkiye'de o günki siyasal ortam çok ciddi bir şekilde tehlike arz ediyordu. Ben üniversitede kalmayacağımı düşünerek, askeri okulların Kara Harp Okuluna ve Deniz Harp Okuluna müracat ettim. Deniz Harp Okuluna kabul gördüm. Tam o arada bir arkadaşım bana "Neden bir dershanede çalışmıyorsun?" dedi. Düşündüm, araştırdım ve bu iş kafama yattı. İstanbul'da kalma pahasına dershaneciliği seçtim.

Üniversitede kalmanız için size üniversiteden teklif geldi mi, siz bunu değerlendirdiniz mi veya başka şekilde mi devam ettiniz?

Evet, oldu fakat ben asistanlıktan ayrıldım. O dönem bir dershanenin çok iyi olduğu söyleniyordu, ben de oraya gittim. Orada çalışan öğretmenlerin matematik, fizik, kimya, biyoloji dalında kitap yazarı olduklarını, çok önemli insanlar olduklarını gördüm. Ben oraya gittiğimde beni pek patronla görüştürmek istemediler, ben ısrarla görüşmek istediğimi söyledim ve görüştüm. Patronun bana ilk olarak "Kardeşim burada sen daha yenisin, 21 yaşındasın, bu konuda tecrüben yoktur, sen burada çalışamazsın." dedi. Ben de kendilerine "Arzu ederseniz bana sene sonu haziran döneminde, (o zaman üniversite giriş sınavları temmuzda oluyordu) birkaç sınıf verin, beni deneyip görün." dedim. Bana 2 sınıf verdiler. Herhâlde başarılı olmuşum ki hemen sene sonunda, bana çalışmam için teklif geldi. Ben de kendilerinin bu teklifini kabul ettim. 1971 yılından, 1978 yılına kadar Murat Dershanesi'nde görev yaptım. İlk 2 yılda oradaki bir matematik kitabı yazarı Sabri Babacan bana "Benim kitabımın fizik-kimya kısmını sen yazabilir misin?" dedi, ben de kabul ettim. Öyle bir zaman geldi ki dershanede yapılan anketler sonucunda en yüksek puanı aldım. 7 senenin sonunda bir gün dershaneler toplantısına gittim, orada dershanecilere baktım, konuşmalarını inceledim, dinledim, onları küçümsemedim ama bu insanlar bu işi yapıyorsa ben bunlardan daha iyi yaparım inancını taşıdığım için de kafaya koymuştum dershane açmayı. Neticede ben Uğur Dershanesine ortak olmadım, batmış olan, yok olmuş bir dershaneye geldim. Önce arabamı satarak orada bu işe başlamak istedim ve nitekim de başladım. Aynı hafta içerisinde eşimle pazar günüydü, yemeğe gittik. Oradan dönüşte onu oraya götürdüm. Dedim ki "Bak hanım, ben burada dershane açacağım." Tabi benim Murat'taki avantajlarımı bildiği için de kendisi bana "İyi düşündün mü?" dedi, ben de kendisine büyük bir inançla "Hanım en kısa sürede burası Türkiye'nin en büyük dershanesi olacak." dedim. Nitekim 1978'in 1 Temmuz'unda başladığım Uğur Dershaneleri 6 şubesi, 8 bin öğrencisiyle Türkiye'nin en büyük kuruluşu haline gelmiştir. Tabi bu arada Murat Dershanesindeki Sabri Babacan o kitabı çıkardıktan sonra kendi kitaplarımı çıkardım. Biz dershaneciliğe girdikten sonra zaten derslere de girmeye devam ediyordum. Bu vesileyle o küçücük dershaneyi ilk yılda 4 vardiya doldurduk. İkinci sene bir bina daha tuttum, onu da 4 vardiya doldurdum. Ondan sonra üçüncü sene sonunda daha büyük bir binaya hepsini taşıdık. Birim merkez olarak 1984 senesine gelindiğinde 8 bin küsur öğrenci ve Türkiye'nin en büyük dershanesi oldu Uğur Dershanesi.

Uğur Koleji ve eğitimi ne yönde ve nasıl ilerliyor?

Ülkemizin çocuklarını bir adım daha öteye, bir adım daha yükseğe taşıyabilmek ve daha kişilikli birer insan olmaları için tüm gücümüzü sarf ediyorduk. Hala da sarf ediyoruz. Bugün Uğur Koleji 2 kampüs, bir de çok özel bir anaokuluyla eğitime devam etmektedir. 3 bin öğrenci mevcudumuz ve 470 çalışanımız var. Bir çokları Türkiye’nin her tarafından franchise almak için müracatta bulundu. Ben bunu kabul etmedim. Sebebi de şu; ben hayatım boyunca hep kaliteye önem verdim, işinin ehli olmayan hiç kimseyle asla çalışmadım. İddialı, bilgili, kapasitesi yüksek insanları bir araya getirdim. Onlarla bir arada bir aile oluşturduk. Yani şu anda bu okullarımızda açıkça insanlar birbirini belki yüreğiyle sevmeyebilir ama insanlar birbirine karşı son derece saygılı. Onun için biz bu ailenin içerisine hem çalışanlarımızın tümünü hem velilerimizi hem de öğrencilerimizi kattık. Benim daha eğitim alanında çalışmaya başlamadan, 1971'den bu yana söylediğim bir şey var. Veliye değil bunu kendi yöneticilerimle konuşurken hep onlara söyledim: "Şu kapıdan içeri giren her çocuğun ödediği her kuruşun bedelini fazlasıyla bunlara vermek zorundayız." Yani biz ticaret yapmıyoruz, biz hizmet veriyoruz. Verdiğimiz hizmeti ne kadar daha kaliteli ne kadar daha önemli ne kadar daha bilinçli verirsek, bu çocuklara büyük faydalar sağlamış olacağız. Dolayısıyla onların da hayal ettikleri dünyada hayal ettikleri mevkilere gelmesinde bizler birer vasıta olmaya devam ediyoruz.

Kemal Koçak'ı Türkiye hudutları dâhilinde eğitim camiasında isim olarak zannediyorum milyonlarca insan tanıyor. Ama elbette Kemal Koçak'ın kim olduğunu tam detaylarıyla herkesin bilmesi mümkün olmayabilir. Çünkü Türkiye'nin gündemi Kemal Koçak değil. Kemal Koçak gibi kendi alanında çok önemli şeyler yapmış insanlarımız var, bilim adamlarımız var, tıp adamlarımız var. Ben onların hepsine saygı duyuyorum. Zaten onların oraya gelişlerindeki temeli oluşturan biziz, öğretmenleriz. Beni yakından tanıyan herkese sorulduğunda söyledikleri hep şuydu: dürüst, mert, iyi bir eğitimci. Hatta eğitimin duayenlerinden biri derler. Bunu ben söylemiyorum, bunu vatandaş söylüyor, bunu bilim adamı söylüyor, bunu eğitim alanında çalışan değerli arkadaşlarım söylüyor. Bir defa öğretmenlik hayatımda önce şuna çok dikkat ettim: Bir öğretmen nasıl olmalı? Bana sorarsanız önce "Bir öğretmen nasıl bir öğretmen olmalı ?Yani nasıl bir öğretmen olmalı ki bu hayallerinin peşinden giderken ayağına bir taş takılmasın." Bir öğretmen bence iyi bir insan olmalı. İyi bir insan derken, insanı sevmeli, insana değer vermeli, emeği sevmeli ve emeğe değer vermeli. Bir öğretmenin her şeyden önce beyni kendi uygulayacağı, kendi ihtiyacı olan bilgilerle dolu olmalı. Sınıfta bulunan çocuklardan hiç değilse bir tanesini kendi çocuğu gibi görmeli. Bir öğretmen sosyoloji bilmeli. Eğer bir öğretmen yaşadığı toplumun veya sınıfta topladığı öğrencilerin sosyal yapısını bilmiyorsa onlar arasındaki o ince ayrımları, onlara her birine teker teker nasıl hitap edeceğini, nasıl davranacağını bilemez. Aynı zamanda iyi bir öğretmen arkadaşlarına değer vermeli. Birlikte çalıştığı insanlara değer vermeli, onlara saygı duymalı, onların yaptıklarına saygı göstermeli. Bir öğretmenin mutlak surette olmazsa olmazlarından birisi de insan psikolojisi bilmesi. Ben akademide bunları, özellikle meslek derslerini en ince detaylarına kadar okudum. Kısaca öğretmen ülkesini sevmeli, çok sevmeli. Dürüst olmalı. Karşısındaki öğrenciler çeşitli ayrılıkçı gruplardan olsa bile onları bir olarak görmeli. Asla ayrım yapmamalı. Ben Atatürk'ü çok seviyorum ama yani onu çok seviyorum derken elbette tarihten okuduğum, aldığım bilgilere göre. Bir defa çok zeki, çok ileri görüşlü ve çok cesur bir insan yani hangi şartlarda bu cumhuriyeti kurduğunu hepimiz biliyoruz...
Biz çocuklarımıza burada onların ödediği her kuruşun bedelini geriye fazlasıyla ödeyeceğiz derken onlara her türlü eğitimin inceliklerden başlayarak eğitiyoruz sonra da onlara öğretmek istediğimiz temel bilgileri veriyoruz. Zaten sadece okulda değil her yerde, bir fabrikaya bir işçi alırken bile hiç çalışmamış o konuda eğitim almamış bir insan makinayı kırar bozar. Ama siz o işçiyi alırsınız işi öğretirsiniz, onu geliştirir, yetiştirirsiniz ve o kişi pişer. Biz de çocuklarımızı önce eğitiyoruz. Eğitimin olmadığı yerde öğretim olmaz. Bunu her yerde her zaman söyleyebilirim. Hayatım boyunca hiçbir zaman hiçbir şekilde doğruluktan şaşmayan, sözümden dönmeyen, verdiğim sözde duran, yerine getiremeyeceği hiçbir şeyi vaat etmeyen ama bir şeyi vaadetmişse onu da mutlaka yerine getiren biri oldum. Hani okullarımızda iyi bir idareci derler ya, ben idareci çalıştırmam, ben yönetici çalıştırırım. Çünkü idareci ne yapar : idare eder. Yani idareciyle yöneticinin farkı şu: İdareci idare ederken eğer bir olumsuzluk olursa onu çözmeye çalışır ama yönetici onu önceden görür. İşte onun için ben yönetici olan arkadaşlarımla çalışmayı daha uygun buluyorum.


Kültürel